Mynet Sohbet

Mynet Sohbet

YAŞAMININ İLKBAHAR MÜJDECİSİDİR CANOM.NET SOHBET DÜNYASI.

 1.BÖLÜM: MEHTAPLI GECELERDE YETİŞEN YILDIZ TOZU.

Mynet Sohbet Amcaları-dayıları vardır insanların ‘’yeğenim ‘’ diye müşfik edayla seslenen, anneleri vardır çocukların kırlarda –parklarda salıncakta salınırken ‘’aman yavrum dikkat!’’ diye korkuyla oturduğu banktan sıçrayan, geceleri rahat uyusun diye gözlerine peri tozlarından serpiştiren , ablaları vardır küçüklerin, toplumdaki yerini rol model olarak sağlayabilen–sevildiği için gururla gülümseyebilen- onun sosyal varlık rolünde kaptığı büyük dilimi iftiharla benimseyen, halaları –teyzeleri vardır yetişkinlerin, yetiştirdiği evlat çiçeklerinin kuzen bağlarıyla onları güçlü kılabilen. Ne güzel sohbetlerin bağrında açan birer güldür o insanların varlığı hayatlarında.

Mehtaplı gecelerde yetişen yıldız tozlarının ise zekasından, başına bela güzelliğinden, her kapıyı açan kültüründen, gönülleri dolduran sevgi kadehinden, ruhları aydınlatan başarı anahtarından başka hiçbir şeyi, kimsecikleri yoktur, olmaz, olamaz çünkü, etrafını örümcek ağlarından saran kıskançların yaşattığı huzursuzluktan. Başarısının gölgesinde ezilen adamların kompleksleri mi desen, zekası kadar yüzü ve yüreğinin diline de yansıyan sevgi damlalarının güzelliğinden hasede bulanan bayanlar mı desen, her türden bay-bayan yörüngesinde etrafına saçtığı milyonlarca ışık demetine rağmen ruhuna huzur ışığı saçacak- yüreğine mutluluk yıldızı olacak kimseyi bulamaz yaşamında. Düşlediği mutluluğun resmini insanlar arasında sohbet kucağında bulamaz, reva görülen yalnızlığını yaşar kendi dünyasında. Her şeye sahip olsa da çocukluktan bu yana kaçırdığı mutluluk treninin yolcusu olamaz, imrenilen isim olsa da mutluluk pozları vermekten kaçınamaz.

 2.BÖLÜM: SOHBETTEN UZAK DİYARLARDA RUHUN İSYANIDIR SESSİZLİK.

Türk Sohbet Ahhh be Murat kuzen, sen vardın sadece, bana -benim yaşadığım topraklardan yadigar- canımdan da yakın bir sen vardın, ne vardı da çekip gittin genç yaşında benden kopuk erişemeyeceğim, sadece ölsem görebileceğim alemlere? Direnemedin mi biraz daha ölümün pençesine, yaşama 4 yapraklı yonca misali senin varlığınla tutunan küçücük ruhumdaki sevgin hürmetine? Melis’in sesinden dinlediğimiz ‘’öyle bir yerdeyim ki’’ yi ‘’kadife kristal’’ diye nitelediğin sesime pek bir yakıştırır, benden hiç de geri sayılmayan o billur sesinden çıkıp yüreğe dokunan kıvılcımlarla tıpkı tatlı varlığın gibi çikolata kokan captain black paketinden ikimize birer sigara yakıp eşlik ederdin yüreğime. Öyle bir yerdeyim ki bir yanım yalnızlık yosunuyla acılar koylarında, bir yanım hüznün tebessüm maskeli yaşam kollarında şimdi.

Sessiz haykırışların yollarında, yaşamın içinde ama sadece toplumsal birey olmanın şuurunda sosyal yaşam örgüsünde görevlerini yapmakla mükellef, verilen komutları yerine getiren bir robottan farksız cansız bir bedenmişçesine yaşam damarından kopuk yaşamın kıyısında, sensizliğe feryadı göklere sürgün göz yaşı gecelerinin, katran karası sellerinden süzülüp yüreğe sızan katrelerinden payidar bir ruhun koynunda kaderi, hüzün şeridine yazılmışçasına yaşıyorum sen gittiğinden beri .

Ne vardı çekip gittin sonbahar gelmeden sararan yapraklar gibi zamansız solan gül misali? Yetim-öksüz düşlerimin güçlü prensi sendin, özlemlerimin en buruk anında hasretlerimin nağmesini o güçlü ruhunla imzaladığın nutuklarda hayallerime –özlemlerime kavuşmam için gereken dirayeti hep sen verirdin bana. Sen yoksun sevdiklerim yok, zekama hitap eden kültür seviyemdeki-zeka düzeyimdeki insanlar yok, dahil olmanın artık canımı sıktığı yapay sohbet atmosferlerini izlemenin verdiği bıkkınlıkla sohbetten uzak diyarlarda ruhumun isyanı olan sessizlik bayrağımı göndere çektim.

Yıkılmaz gönül kalemdin keyifli sohbetinle yaşama tutunan cılız ruhumda, sonsuz insan sevgimin pınarıydın tebessümünde parlayan o aydınlık suratında, yakışıklı yüzünden okurdum sevdiğim tüm insan romanlarını, dumanı tüten sigaranın kokusunda öğrenirdim insanlara karşı sohbetimde hoş görü aynası olma tecrübesini, zayıf-uzun boylu-beyaz tenli bünyende var olan gücün ardındaki kara gözlerinden görürdüm sevgi sohbetinin perdesini. Yalnızlıktan kalma bir tortuyla yağmur gözyaşlarımdan oluşan ruhumun göllerinde sabah çaylarımı demledim hep senden sonra.

Ruhum senden ayrı bu dünyada, kalbim çookkk uzaklarda: sende –annemde-babamda bir de bir de sen gittikten sonra, kaybettiğim babamın yerine sayıp sevdiğim, ikinci babam dediğim Sarp’ın cansız bedeninin anılarımda hüküm süren tablosundaki babacan sohbetinde, kansere genç yaşında yenik düşüp daha 19’unda hayatın baharındayken aramızdan ayrılıp hayata gözlerini yuman adı gibi Melek arkadaşımın kakasında atan nabzında çarpıyor hep. Sessizlik yemini ettiğim ruhumun dalgalarında, yaşadığım koyu acıların yalnızlık şarabını yudumluyorum.

3.BÖLÜM: SEVDİKLERİMDİR ANA VATANIM,GURBETİMDİR YİTİP GİDENLERİM,KIBLEMDİR MUHABBET BESLEDİKLERİM.

Ne çok yalnızım bir bilsen. Benim kimsem olmadı ki hiç sizlerden başka, biliyorsun. ‘’Ana vatan nedir?’’ diye sorsalar ‘’insanın gönlünde yatandır ana vatanı’’ derim düşünmeye mahal bırakmadan. ‘’Gurbet nedir?’’ deseler , ’’asıl gurbet bir daha görmezcesine sevdiklerinden ayrı düşmektir’’ derim. ‘’Peki ya yalnızlık, yalnızlık nedir? derlerse bana, işte o var ya o: ana vatanının bağrından yoksun gurbetin çıkmaz sokağındaki şafaklarda ağaç kurdu misali insanı içten çürüten, günden güne eriten –ruhunu kemiren, sohbetten uzak sessizliğe sürgün akşamlarda devasız bir hastalıktır derim hiç tereddüt etmeden.

Yalnızlığın rengi bu yüzden simsiyah olmuştur daima; çizilen resimlerde, yazılan şiirlerde, söylenen şarkılarda. Sevdiklerini kaybedenlerin matem rengi de bu yüzden siyahla temsil edilmiştir hep. Ben matemindeyim gurbetin. Saksıda yetiştirdiğim güllerime söylüyorum yalnızlığımın şarkılarını, cama vuran yağmur gözyaşlarımda döküyorum ruhumun kırık notalarını, penceremin buğusuna çiziyorum ‘’bir çift gözü’’ yalnız bir yüreği temsilen, satır satır şiirlerimin mısralarına dokuyorum yalnızlık kilimimin hikayesini.

Yaşamımın kiliminde ilmek ilmek dokuduğum iklimsiz sabahlara varan mevsimsiz akşamlarımın gözyaşlarında tek rengi-tek mevsimi yaşıyorum ‘’siyah sonbahar’’ diye, sarı sonbaharım da olmadı hiç, yapraklar sararan renkleriyle yerlere halı gibi serilirken. Köpeğin havlamasına, kuşların cıvıltısına eşlik eden, öksüz-yetim kalan hasretimle başlayan ruhumdaki sessizliğimin sırrını, gelip geçen arabaların siren seslerine inat baş ucumda duran anne-babamın ölümsüz sevgilerinin hatırası resmine ve elinde sigarası-üstünde siyah kadife montu-sağ eli yanağına dayalı profiliyle de yakışıklı duran resmine fısıldıyorum: ‘’Sevdiklerimin, yüzlerini bana döndükleri cihet Kabe’m, muhabbet beslediklerim kıblem oldular’’ diye. ‘’Sohbetten imtina eden yabani’’ yaftası yemeyi göze alarak ya da ‘’ kendini beğenmiş buzlar kraliçesi-aysberg’’ ,’’kibirli prenses’’ etiketleriyle damgalanmayı umursamayarak kaçındım insanlar aleminden.

4.BÖLÜM: ÇOCUKLUK GÜNLERİNDEKİ PRENSESİN HİKAYESİ, YETİŞKİNLER SOHBET DÜNYASINDAKİ YALNIZLIK VALSİ OLUR.

Ücretsiz Sohbet Küçükken her şey daha güzeldir; ailedeki tek çocuk olmakla yetişkinler arasında seviliyor-el üstünde tutuluyorsun hele bir de zeki oldun mu işte o an tam anlamıyla ailede ve sülalede göz bebeği-prenses oluyorsun. Çalıkuşu timsali daldan dala neşeyle sıçramışçasına her gününü acılar denizinden uzak sonsuz sevgi-ilginin odak merkezi olarak yaşıyorsun. Zekana güzelliğinde eklenince dünyalara bedel hazine gibi muamele görüyorsun.

Ama ya büyüdüğünde seni bir prenses kılan zekan-güzelliğin-yaşından büyük konuşmaların- isabetli kararlara imza atan mantığın, boy ölçüşülmez kültürel yelpazen seni büyükler dünyasında parmakla gösterilen-aranan 1.isim yapsa da kıskançlık oklarının hedefi olmaktan kurtaramıyor. İşte tam o nokta da başlıyor artık ruhunun bedensel kimlik kazanmış yalnızlığı, yüreğinin yalnızlık melodisi. Çünkü ne yapsan, ne kadar çok sevilsen de o seni kıskananların omzuna bindirdikleri kıskançlığın ağır yükünden kurtulamıyor, ızdırabın girdabında sürükleniyorsun. Mevsimsiz baharların sonbahar yalnızlığını yaşamaya mahkum ediliyorsun yüreğine vurulan prangalarla.

Kanından kan, canından can olanların da yokluğuyla bir kez daha ölümsüz bir yalnızlığın sesine itiliyorsun sohbetten uzaklaşıp. Sesine nefes olan dostlarının da birer birer takvimden düşen yaprak misali ebediyete gencecikken düşüşüyle yaşam damarların büsbütün kopuyor, yapayalnız kalıyorsun, içini açıp derdini dökebileceğin, yüzünü güldürebilen, seni seven-sevdiklerinden mahzunluğunla omzuna yaslanabileceklerinin ardı ardına gidişlerinden çöküyorsun. Gülüşleri çalınıyor yüzünün, hayalleri parçalanıyor yüreğinin, uzanabileceğin dalları kırılıyor parmaklarının.

Zekanla el attığın her alanda elde ettiğin başarıların boy verdikçe sana karşı kıskançlık filizleri de aynı oranda yetişmeye başlıyor, sen başarıdan başarıya imza attıkça-alkışlandıkça-ödüller kazanıp takdirler aldıkça kıskançlıktan beslenenlerin yüreklerinde de sana karşı nefret-düşman söylemler büyüyor, seni yalnızlığın dehlizinde boğmaya başlıyor. Savruluyorsun içine düştüğün o yalnızlık sonbaharının rüzgarında bir o yana bir buyana boynu bükük içe kapanışlığınla.

Mutlu yaşam tablolarında gördüğün neşeli simalara inat senin ruhunda yalnızlık oluyor tek nakarat. Yalnızlık makamında tek usulünde dolanıyor diline şarkılar hazan mevsimindeki yüreğinde. Hüzzam oluyor sesin, nihavend oluyor nefesin. Sonbahar yağmurlarından bulut oluyor gözlerin. Zehrin oluyor lezzetini aldığın her acındaki yemeğin, hüznün her renginde soluğun oluyor demin.

Kıskançların iksiriyle sohbet çeşmesinin kurumaya yüz tuttuğunu görüp kaçıyorsun adım adım yalnızlığına. Yalnızlığın ruhunda şaklayan her kamçısında daha bir sevgini sunmaktan yoksun, sosyal varlık olarak yaşamaktan mahrum kalıyorsun. Ne elde ettiğin başarılar doyuruyor yüreğinin boşluğunu, ne işittiğin alkış sesleri arasında takdim edilen ödüller besliyor sevgini, ne de güzelliğine- zekana-başarına dair aldığın övgüler tatmin etmez oluyor ruhunu.

Çünkü biliyorsun ayakta alkış tufanında o aldığın ödüller de, kazandığın başarılar da, var olan güzelliğin de seni asla yalnızlık çukurundan kurtaramıyor, bilakis o anların ardından daha büyük bir yalnızlığa mahkum edileceğini daha o an bile alkışlayan sinsi ellerin parmaklarındaki yüzlerde, sözde tebrik eden cümlelerin samimiyetten nasibini almamış yapay ses tonlarında görebiliyor ve korkuyorsun. Ama sessizce boyun büküp daha bir mahzun yüreğinle ‘’ne o sevinmedin mi ?’’ vs söylemlerindeki sohbeti işitmeden terk ediyorsun koca salonu dolduranların arasından bir kuğu gibi süzülüp içindeki korkuyla, sohbetin sesi olabilmiş ama nefesi olamamışlar arasından yüreğinin yalnızlık valsiyle buluşmaya gittiğini bilerek.

5.BÖLÜM: EL ELE TUTUŞMAK DEĞİL GÖNÜL GÖNÜLE BAKIŞABİLMEK, SÖZSÜZ SOHBET DİYARINDA MÜZİĞİN RİTMİYLE GÖZLERDE BULUŞABİLMEKTİR SEVGİ.

Ayrılıkla değil dünyevi yaşamda ebedi görmemekle başlar yalnızlık serenadının vusladı asla bulmayan hasret notalarının saati. El ele tutuştuğun sohbetlerin diyarından ruhunu yakan sessizliğin dünyasındaki yangını körükler geçen her gün, gönül gönüle bakıştıklarından kopmuşluğun. El ele tutuşmanın değil, omuz omuza bir hayatı paylaşabilmek, gönül gönüle bakışıp tüm acıları-sevinçleri beraber paylaşabilmek olduğunu bilirsin sevginin aslında .Ve bu daha çok canını yakar, alev alev olur yüreğin, volkanlar bir tek dağlarda mı olur, ya bu yüreğini yakanlar nedir o zaman?

Kimsesizlik yorganım oldu, hasreti içimi yakan volkanım, acıları yüreğimin yatağı, ebedi yolcuklarındaki göz yaşları yastığım oldu hep sevdiklerimin-sevenlerimin. Ne bir insan gördüm sohbet etmeme değecek, ne bir güzel yürek gördüm sevgimi verebilecek. Varsa yoksa kitaplarım, şiirlerim, hayatımı aktardığım ‘’inanılmaz güzellik’’ diye tabir edip seyrine doymadıkları dans figürlerim, yalnızlığımın kapalı kapılar ardındaki içsel alemimde sarınıp yorgan diye üstüme örttüğüm-öptüğüm sevdiklerimin cansız fotoğraflarından ibaret bir yaşam haritası.

‘’Bu yaşam da bir yere kadar haritada bir yol çizer elbet’’ dedim ve haklı çıktım Canom.Net Sohbet kapısından içeri girmekle. Burada gördüklerim: hasret kaldığım içten sohbetin yalın ayak seslerinden koşarak altın tasta huzur bulamayan gönlüme bal sözleri servis ettiler, özlediğim gülüşleriyle pırlanta özleri ruhuma ikram ettiler. Kıskançlık iksirinden zehir değil, ferahlık çeşmesinden sevgi damıtıyorum şimdi varlığıma armağanlarıyla .

Sunumları-çaldıkları eserleriyle müzikal bir şölene imza atan yayıncıları yok mu hele, onlar bir başka güzellik aleminin yakut yüklü dünyasından yansımaları. Sunumuyla gönül birliğine davet eden, şiirsel sevgisini yüreklere nakış nakış işleyen, çaldığı bir birinden kıymetli eserleriyle ruhu sevgiye doyuran üstatlar üstadı TeVaZu üstat gerçek bir gönüller piri, sevgiler şahı, sohbet masalının kahramanı. Tekno can üstat abim var ki sözleri ömre bedel yürek ısıtır, varlığı da yüreği gibi bir hoşluktur. ‘’Güller kitabının prensesi’’ hitabıyla ruhumun ağır sancılarını çekip çıkarmakta da yaman bir gönül ustasıdır. Klas centilmen SheqiL prens: her yüreğe dokunan, tüm ruhlara eğilebilen, tek tek herkesle hoş görüsü- samimiyeti-insani sevgisi-kibirden arınmış bilgeliğiyle ilgilenen güzel varlığında Güneş olmayı başarabilmiş gerçek bir prenstir. Tıpkı halkına adaletle muamele eden, sevgiyle dokunabilen samimiyetle kucak açabilen ve tüm ruhları Güneş misali asil varlığındaki ışığıyla aydınlatabilen gerçek bir dünya prensi hem de.

Sohbet kanalında tek söz dahi sarf etmeden, sevdiğini-sevildiğini bildiğin, gönül gönüle bakışabileceğin, müziğin ritmiyle buluşabileceğin sevginin hikayesini yaşayanlardan biri de sen olmak, yalnızlığın gölgesinde yetişen yıldızlardan hayatı yaşamaktan kurtulmak, inzivaya çekildiğin adresinde yalnızlık valsi sergilemektense sohbet dünyasında mutluluk dansı etmek istersen benim gibi baş vurabileceğin tek adrestir Canom.Net Sohbet. Yalnızlığının son baharı, huzurun-mutluluğun-yaşamının ilk baharının müjdecisidir Canom.Net Sohbet dünyasının kapısı.

Yazar: admin

Görüntüleme: 438 defa

Kategori: Sohbet

Yayınlanma Tarihi: 17 Kasım 2023

Cevap bırakın